Aspendos Antik Kenti

                ASPENDOS ANTİK KENTİ

                M.Ö 2. Yüzyılın ortalarında, Bergama kralı Attalos’un: “Bana bir yeryüzü cenneti bulun” buyruğuyla kurulan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 1930 yılında ziyarete geldiğinde “Şüphesiz Antalya dünyanın en güzel yeridir. İfadeleriyle hayranlığını dile getirdiği güzel ilimiz, hakikaten 4 mevsim doğal güzelliklerini sergileyen ilçeleriyle ülkemizin görülmeye değer inci tanelerinden biridir.Aspendos Antik Tiyatrosu, Silyon Antik Kenti, Zeytintaşı Mağarası, Uçan Su Şelalesi, Serik ilçemizin sahip olduğu doğal ve tarihi güzelliklerinden yalnızca birkaçıdır.

                Serik denince şüphesiz ilk akla gelen mekandır Aspendos. İhtişamlı Roma medeniyetinin belki de tüm Akdeniz Bölgesi’nde inşa ettikleri görenleri kendine hayran bırakan en görkemli eserlerinden olan Aspendos Antik Tiyatrosu, her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir. Antalya il merkezine 29, Serik ilçe merkezine yaklaşık 8 KM UZAKLIKTA, Belkıs beldesinde bulunmaktadır. 1967 yılında tiyatroda kapsamlı bir restorasyon gerçekleştirilmiştir. Antik kentte 2008 yılında yüzey araştırmaları ile başlayan arkeolojik kazı çalışmaları 2014 yılından itibaren Kültür Bakanlığı’nın iznine bağlanarak hız kazanmıştır. Günümüzde Hacettepe Üniversitesi’nden DOÇ. DR. Veli KÖSE tarafından sürdürülmektedir. Toprak altından gün yüzüne çıkarılan eserler fotoğraflanarak kayıt altına alınmaktadır. Seramik eşyalar, farklı medeniyetlere ait sikkeler, kemik kalıntıları, pişmiş topraktan elde edilmiş çanak-çömlek, yazıtlar, metal kutular, mermerden yapılmış heykel parçaları vb. bu güne kadar gerçekleştirilen çalışmalarda çıkarılan başlıca arkeolojik buluntular arasındadır.

Tarih boyunca hemen her medeniyetin su kaynaklarının bulunduğu bölgelerde kurulduğu hatırlanırsa; geçit vermez Torosların zirvelerini bekleyen sarp kayalıklarından çağlayan saf kar suyu ile yolculuğuna başlayarak Pamfilya Bölgesi’nde Akdeniz’e dökülen Antik Erimedon (Köprüçay) Nehri’nin Aspendos için can damarı konumunda önemli olduğu daha net anlaşılacaktır. Aspendos Antik kentinin tam olarak hangi tarihte inşa edildiği bilinmemekle beraber; MÖ 10. Yüzyılda Akhalılar tarafından temellerinin atıldığı tahmin edilmektedir. Coğrafya biliminin kurucusu kabul edilen Amasya’lı Strabon, Agruslular tarafından kurulduğunu belirtmiştir. Bölgeye dünyada aşk için girişilen ilk destansı mücadelenin, meşhur Truva Savaşları’nın akabinde MÖ 1200’den sonra Yunan göçleri olmuştur. Ancak, Aspendos isminin kaynağı bu göçler öncesinde burada yaşayan yerli Anadolu halkının dilidir. Şehrin kuruluşu ile ilgili bilgiler henüz sağlam temellere oturmamış olsa da, güçlü ordularıyla bölgedeki Lidyalılar’ın hakimiyetine son veren Pers egemenliği ile tarihteki yerini aldığı ve altın çağını yaşamaya başladığı söylenebilir. Zira Aspendos bu dönemde Pers donanmasının en önemli merkezleri arasında yer alıyordu. Heredot, Aspendos’un Pers valisi Tisabernes’in donanmasına ait bir liman olduğunu, hatta O’nun burada deniz birliğini kurup vergi dahi aldığını yazar. Daha sonra bu topraklar MÖ 333 yılında Makedonya Kralı Büyük İskender’in eline geçti. Aspendos’un yöneticilerinin İskender’in huzuruna çıkarak şehri işgal etmemesine karşılık O’na bol miktarda altın ve binlerce at teklif ettikleri bilinmektedir. İskender ise ünü tüm dünyaya yayılmış bu atlara hayran kalarak yıllık dört bin at vergi talep etmiştir.

Aspendos’un hem deniz hem de nehir limanına sahip olması ve nehir taşımacılığına uygun bir konumda bulunması kısa sürede zenginleşmesini ve MÖ. 5. Ve 4. Yüzyıllardan itibaren sikkeler basmaya başlamasını sağlamıştır. Öyle ki, bu gümüş sikkeler dönemi içerisinde Akdeniz’in birçok yerinde geçerliliğini korumaktaydı.

Bu da birçok şehir ile aktif ticaret bağlantısı sağlıyordu. Bunun yanı sıra farklı milletlere ait bronz sikkeler, bölgede kültürel zenginliği ve buna bağlı olarak canlı bir sosyal hayatı kanıtlayan önemli bir etken olarak düşünülebilir. Aspendos’ta basılan sikkelerin bir yüzünde sikkenin adına basıldığı kişinin resmi yer alırken diğer yüzünde genellikle şehrin simgesi iki güreşçi tasviri bulunur. Bilindiği üzere Serik, pehlivanların yetiştiği, güreş müsabakaları ile ünlenmiş güzide ilçelerimizdendir. Bu geleneğin uzandığı tarihsel süreci ortaya koyması adına bu tasvirler son derece manidardır.

                MS. 43 tarihinde Roma hakimiyetinin başlaması bölge için bir dönüm noktası olmuştur. Zira, bu görkemli medeniyet Pamfilya’nın her köşesine damga vuracak eserler inşa etmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasının ardından korsan hücumları, salgın hastalıklar ve depremler neticesinde MS. 7. Yüzyılda kentin tarih sahnesinden çekildiği sanılıyor. Kentin ayakta kalabilen en sağlam yapısı olan tiyatro ise MS. 161-180 yılları arasında , İmparator Markusaurelius adına ve elbetteki şehrin tanrılarına ithaf edilerek mimar Zenon tarafından yapılmıştır. Bunu anıtın batı duvarındaki yazıttan öğreniyoruz. Anadolu’da en iyi korunmuş Roma tiyatrosu olan bu yapı, 100 M genişlikte ve 22 M yükseklikte bir cepheye sahiptir.

                Derler ki, Aspendos valisinin şimdi kentin bulunduğu yöreye de adını veren Belkıs isimli güzeller güzeli bir kızı vardır.Öyle ki, güzelliği tüm ülkede dillere destan olmuştur. Ülkenin iki ünlü mimarı Zenon ve İthalikus gönlünü bu güzele kaptırır. Vali Zenon’dan bir tiyatro, Ithalikus’dan ise bir su kemeri yapmasını ister. Hangisinin eseri güzel ve kent için daha faydalı olursa kızını O’na verecektir. Zorlu bir uğraşın ardından sevdalı iki mimar da aynı anda eserlerini tamamlayarak valinin huzuruna çıkarlar. Vali, her iki eseri de büyülenmiş gözlerle izlerken tiyatro sahnesinin köşesinde Mimar Zenon mırıldanmaktadır: “Belkıs benim olmalı… en güzel eseri ben yaptım.” Bu kısık sesi, tiyatronun en üst katında bile net bir şekilde duyan vali, yapının akustiğine hayran kalır. İki eserin de birbirinden muhteşem olması karşısında vali şöyle bir karar verir: “Her ikinizde kızımı hak ettiniz. Bu durumda adaletli olmam gerekir. Kızımı ikiye bölerek ikinize de bir parçasını vereceğim.” Bu korkunç kararın güzelliği tüm ülkeyi büyüleyen Belkıs’ın ölümü demek olduğunu bilen Zenon, kızın yaşaması adına sevgisinden vazgeçer.Ve netice tahmin ettiğiniz gibi olur. Zenon’un aşkının daha büyük olduğunu anlayan vali kızını O’nunla evlendirir.

                Tiyatro binası, kişi başına 45 CM oturma genişliği bulunan yirmi bin seyirci kapasitesine sahiptir. Oturma sıralarına Kavea adı verilir. İçeride bulunan heykellerin imparatorlara, imparatorların aile üyelerine ve tiyatronun yapımına maddi destek sağlamış soylulara ait olduğu bilinmektedir. Anadolu’daki Helenistik örneklerden tamamen farklı olarak Aspendos Antik Tiyatrosu Roma mimarisinin özelliklerini taşır. Altta yirmi bir, üstte yirmi olmak üzere toplam kırk bir basamaklıdır. Diyazona denilen bölüm, alt ve üst basamakları birbirinden ayırır. En üstte hafif sesle yapılan konuşmanın en altta da aynı netlikle duyulabilmesi, eserin akustiğinin ne kadar hayranlık uyandırıcı olduğunu gözler önüne sermektedir.

Bu yönüyle dünyada tektir. İki katlı olan sahnenin 5 kapısı bulunur. En alt kapılarından gladyatör oyunlarında dövüşmek için hayvanlar serbest bırakılırdı. Coşkun bir kalabalığın tezahüratları altında dövüşü kaybeden savaşçının ümitsiz gözlerle hayatını bağışlaması için galibe yalvardığını, bir an göz göze geldiklerini ve O’nu hayattan koparan darbeyi indirdiğinde nice hayallerin, umutlarınsolduğunu anımsamak insanın içini ürpertiyor. Bu taşlar yıllarca yaşadı bu sahneyi, kimbilir; sorsanız sayısını bile hatırlayamazlar belki de. Bir üstteki kapılardan ise sanatçılar sahneye çıkmaktadır. Binanın altındaki sütunlar İyon, üstündekiler ise Korint tarzıdır. Basamak sıralarının üst kısmında muhteşem tonozlu sütunlar vardır. Yarımay şeklindeki sahnenin en önünde ise imparatorlar locası mevcuttur.

                Aspendos kent kalıntılarının bulunduğu tepenin güneydoğusunun nehir limanı olduğu tespit edilmiştir. Bu liman, muhakkak o bölgedeki diğer kentler için de son derece önemli ticaret merkezlerindendir. Zaten İlk Çağ’da şehir de başlı başına Pamfilya’nın en canlı ticaret mekanları arasında yer almıştır. Zira, Köprüçay Nehri’nin Aspendos’u Akdeniz’e bağlaması, bölgenin böyle avantajlı bir konuma sahip olmasında birinci derecede belirleyici unsur olmuştur..Yaş meyve, zeytinyağı, Aspendos şarabı, limon ağacından yapılmış mobilyalar, el yapımı halı ve kilim dokumaları  ve yakındaki Kapriya Gölü’nden elde edilen tuz şehrin önemli gelir kaynakları arasındaydı. Burada yetiştirilen atlar da son derece ünlü olup; Anadolu’nun çeşitli kentleri ile hatta Uzak Doğu’da bile itibar görüyordu. Makedonya Kralı İskender’in Doğu Seferi sırasında bu atlardan alarak Frigya’ya yöneldiğini daha önce belirtmiştik.

                Aspendos Antik Tiyatrosu’nun günümüze kadar ulaşabilmesinde; Türkiye Selçuklu Devleti’nin Antalya’yı fethettikten sonra tiyatroyu onartarak kervansaray olarak kullanmasının etkisi büyüktür. Kervansarayların altın çağını yaşadığı Selçuklu Türkiye'sinde tiyatro en göz kamaştırıcı günlerine geri dönmüştür adeta. Hatta tiyatronun iç duvarlarını kırmızı bezemelerle süslemişler, boyayıp sıvayarak zikzak biçimine dönüştürmüşlerdir.Selçuklu izlerini tüm detayları ile bugün de görebiliyoruz. Sultan I. Alaeddin Keykubat, sahne binasının bazı pencerelerini kapıya çevirmiş; bazı odaları da kısa süreli konut olarak kullanmıştır. Ayrıca dış cepheye de bir selamlık eklemiştir. Yine  Selçuklular kentin Güney girişine bir köprü inşa etmişlerdir. Aspendos Köprüsü olarak da bilinen bu köprünün ilki MS. 4. Yüzyılda Romalılar tarafından yapılmıştır.Bir deprem sonucu yıkıldığı sanılan bu köprünün temelleri üzerine Sultan I. Alaeddin Keykubat Selçuklu mimarisine uygun bir şekilde günümüze ulaşan köprüyü inşa etmiştir. Halk arasında; Köprüçay Köprüsü, Eski Köprü, Belkıs Köprüsü gibi adlarla da anılan bu köprünün inşasında Aspendos Antik Şehri’nin taşları kullanılmıştır.

Birçok ziyaretçi Aspendos’a geldiklerinde Antik tiyatroyu gezip geri dönmektedirler. Oysaki , tiyatronun etrafında bulunan anıtsal çeşme, meclis binası, anıtsal tak,cadde ve Hellenistik tapınak, tiyatronun yanından başlayan bir patikadan ulaşılan Acropolis’te karşılaşılan ilk yapı olan roma dönemine ait bazilika, görülmeye değerdir. Bazilikanın güneyinde şehirdeki ticari, sosyal ve politik faaliyetlerin merkezi olan üç yanı evlerle çevrili agora bulunmaktadır. Agoranın kuzeyinde;; günümüze sadece ön duvarı ulaşabilmiş, nymphaeum vardır. Şehre anıtsal kapıdan girilir. Patika yoldan ilerlemeye devam ettiğinizde sağ tarafta meclis binasının kalıntılarını görebilirsiniz. Şehir merkezinde ise Helenistik döneme ait zamanımıza yalnızca iki alt katı günümüze ulaşabilen üç katlı market binası ve Roma bazelikası selamlar sizi. Bazelikalar, genel olarak mahkemelerin bulunduğu ve pazarların kurulduğu yapılardı. Ek olarak Aspendos Bazelikasında bir yargıç kürsüsü mevcuttu.Agora’nın Batı kenarında yapı boyunca inşa edilmiş oldukça büyük ve dükkanlar olarak adlandırılan iki katlı bir kompleks karşımıza çıkar. Depo veya market olarak da düşünülmüş olması ihtimaldir.

                Kalıntılar arasındaki en eski anıtsal yapı, Akropol’ün Kuzeydoğu terasında ana kaya üzerine kurulmuş ve tiyatrodan yaklaşık 400 önce yapılmış küçük tapınaktır. Günümüze bu tapınağın sadece temelleri ulaşabilmiştir.

Aspendos’un bir diğer kalıntısı da Torosların buz gibi berrak ve saf kar suyunu şehre getiren,, Eski çağlardan günümüze ulaşabilen nadir örneklerden şehre uzaklığı yaklaşık 48 KM. olan su kemerleridir. Köprü, tünel ve kanallardan oluşan bir kompleks görünümünde olan bu yapı, 30 M. Yüksekliği ile Roma döneminin benzer su kemerlerinden ayrılır. Yaklaşık 1 KM. uzunluğunda olup; yazımızın başında da ifade ettiğimiz üzere Mimar İthalikus tarafından yapılmıştır. Ana kayaya oyulmuş yaklaşık 5 M derinliğe sahip armut şeklindeki sarnıçlar, su kemerlerinin yapımından önce şehrin su ihtiyacını önemli ölçüde karşılıyordu. Günümüzde bölgede yaşayan halk, bu sarnıçların içinde hala su olduğunu belirtmektedir. Roma mimarisinin simge yapılarından olan bu kemerler 13 Nisan 2015 tarihinde Unesco geçici listesine girmiştir. Yapımında kısmen tuğla kullanılmıştır. Kuzey ve güney uçlarında birer su basınç kulesi yer almaktadır. Suyu regüle etmek için kullanılan ve günümüzde hala ayakta olan bu kuleler şehir içine normal atmosfer basıncı altında suyun taşınmasında hayati öneme sahip olmuştur.

                Atatürk, 1930 yılında Aspendos’u ziyaret etmiş, burada arkeolojik kazıların başlatılarak tiyatronun restore edilmesini,burada temsiller gösterilmesini ve ülkemizin sahip olduğu bu tarihi mirasın tüm açıklığı ile gün yüzüne çıkmasını istemiştir. O tarihten bu yana burası bale, opera, konser vb. çeşitli sanatsal faaliyetlere sahne olmuştur. Bu durumun Aspendos Antik Tiyatrosu’nun turistik değerini gerek ulusal gerek uluslararası düzeyde artırdığı kuşkusuzdur.

                Güneşin büyük bir mutlulukla Serik’imizin üzerine doğduğu güzel bir günde, siz de zaman ayırarak Roma ihtişamının tüm heybetiyle gözler önüne serildiği Aspendos Antik Kentin’de 2500 yıllık bir tarihin izini takip edebilirsiniz. Günün akşamında ise yakın restorantlardan birine uğrayarak serin su sesi ve ırmak manzarası eşliğinde alabalık ve ardından semaver çayı ile gezinizi unutulmayanlarınız arasına dahil edebilirsiniz.

HAZIRLAYAN

İsmail ÖĞÜT

Tarih Öğretmeni